15 Mart 2012 Perşembe

diş işleri..

Dün öğleden sonra ağzımın içinde inşaat çalışması yapıldı. Temeli attık bekliyoruz :)) Hayırlısı bakalım..
"ne diyo bu eflatun" diye soranlara bizim memleket usulü soruyorum "gız anam ben ne dediğimi biliyrim mi:))))))




Epeyce bir zamandır olması gereken yerde olmayan dişlerim sebebiyle yemek sırasında sorunlar yaşıyordum. Nihayet bi cesaret soluğu diş hekiminin muayenehanesinde aldım. Koltuğa uzanıp ağzımı ayıraraktan doktorun muayenesinin bitmesini beklemeye başladım. Muayene sonucunda tam da tahmin ettiğim tedaviyi önerdi doktor. İMPLANT !

Yani halk deyimiyle çivili diş. Başka bir alternatifin de yarım damak protez diş olduğundan bahseden hekimi duymadım bile..Duymak istemedim daha doğrusu. Bu yaşta üstelik çok daha başarılı bir metod varken takma diş fikri beni müthiş gerdi..Allah protez diş kullanmak zorunda kalanların yardımcısı olsun, çok zor.



İşte bu yüzden ama sırf bu yüzden  "tamam" dedim "implanta varım". Gerekli incelemeler ve görüşmeler yapıldıktan sonra bir hafta sonrasına randevu verdi doktor. Aynı zamanda implant tedavisi sırasında ve sonrasında yaşayacaklarım ile alakalı bilgiler de verdi. Doktorun verdiği bilgilerden aklımda kalan sadece ameliyat sonrasında yüzümün şişeceği ve bir kaç gün çekeceğim ağrı oldu. Bu bir hafta boyunca operasyonla alakalı beynimin ürettiği senaryoları şuraya yazacak olsam burdan köye yol olur :))) Bir de çektiğim psikolojik diş ağrıları cabası..

Bir yandan acaip garaip senaryolar üreten beynimi duymamaya çalışırken, bir yandan da ameliyat sonrası hazırlıklarıma başladım.. Evi döktüm ortaya dip köşe temizlik yaptım. Toparlayıp bal dök yala kıvamına getirdim ki, birkaç gün dinlenebileyim. Bugün geldiğim noktada gördüğümse; isabetli bir davranış olduğu. Ne diyeyim zeki hatunum vesselam :))


Ameliyat anı geldiğinde, ağzımda bildiğiniz inşaat çalışmalarının tamamı yapıldı. Kes, yont, del, çak, ittir, kaktır.. Ha bir de dikiş tabii. Bu kadar hırpalanma sırasında hiçbir şey hissetmemek ne güzel! Eşimin babannesinin bir diş çekimi sonrasında vefat ettiğini düşünecek olursak gelişen tıbbın  gözünü seveyim. Şükretmemiz gereken ne çok şey var!


Bütün bu uygulamaların sonucunda üst damağa sağlı sollu 4 adet implant yerleştirildi.. Bugün yanaklarımda pinpon topu saklıyormuşum hissi veren bir görüntüye sahibim. Ama ağrım yok çok şükür. Yani diş çekiminden sonra daha fazla ağrı çektiğimi söylesem abartmış olmam.

Dünden beri "yan gel yat osman" modundayım. Doktorum "dinlen" dediği için yatıyorum yanlış anlaşılmasın :)) Ama laf aramızda vakit geçmek bilmiyo yahu! Yat yat nereye kadar. Neyse ki zeki bir kadın olarak :)) bugünlerimi çok arayacağımı biliyorum. İyisi mi sefasını süreyim diy mi:)))

5 Mart 2012 Pazartesi

müdür, müdür müdür?

Bugün günler öncesinden duyurulan okul toplantısı için okuldaydım. Normalin aksine bu kez sınıfta değil gösteri salonunda toplandık.
"Bu salonda daha önce de toplanmışlığımız oldu ama genelde müdür değiştiği zaman toplanılır bu odada şimdi nooldu ki gene burdayız acep" diyen iç sesime sabırlı olmasını fısıldadım.
Çok değil 2 dk. sonra daha önce okulda ve civarında hiç görmediğim bir beyfendi salona gülümseyerek ve gaaayett saygılı bir biçimde giriş yaptı. Hepimizi selamladı ve konuşmasına başladı.
Meğersem iç sesim yanılmamış okulumuzun yeni atanan müdürüymüş kendileri. Yani geçen seneden beri değişen 4. müdürümüz oluyor. Arkadaş ne müdürsavar olduk biz okulcak annamadım ki! Gelen kaçıyor. Oysa ki 3 müdür öncesi müdürümüz kulakları çınlasın 15 yılını (fazlası var eksiği yok) bu okulda devirmişti.

Neyse ki bu arkadaş bize, gitmek için gelmediğini, bizi bırakmayacağına dair söz verdi :)) Kendisine şükran dolu bakışlar ataraktan ikna olmuş göründük.

Genç, idealist, saygılı, heyecanlı bir arkadaşa benziyor. Yapmak istediklerini ve bizden taleplerini nazikçe ama büyük bir kararlılıkla iletti. İletirken de kelimelerini seçerek dikkatlice sarfetti. Bi ara heyecandan ve kendini yanlış yapmiimm diye kasmasından mütevellit gıcık tuttu :)) Ama gene de kibarlığı elden bırakmadı.
Şimdi sizlere toplantıda ne konuşulduğunu uzuunn uzun yazmak isterdim eminim siz de merak ediyorsunuz ama üzgünüm yazmıycam :)))

Sadede gelecek olursak, bu yazıyı yazmama sebep, pek heyecanlı pek saygılı yeni müdürümüzün yaklaşık 20 dakikalık kibarlık çerçevesinin dışına çıkmamaya özen göstererek yaptığı konuşmasını bitirme cümlesi oldu.

İşte bendenizin "Yurdum müdürü işte yaa! Böylesi bir gerçek en iyi bu cümleyle anlatılırdı zaten:)) Bak sen onca konuştun ama benim aklımda kalan sadece bu cümlen oldu. O yüzden bırak kendini sıkmayı rahatla!" diye yorumlamama neden olan cümle;

"Eğer siz, mesela bedensel zekası yüksek olup matematik zekası düşük olan bi çocuğu, matematik gerektiren bi mesleğe yönlendirirseniz, kusura bakmayın ama bi yerde TIRTLAR" :))))

6 Şubat 2012 Pazartesi

bir pastanın anatomisi




Çok bi şey istememiştim! Ben yalnızca;


Çocuklar yarıyıl tatilinin sonlarına yaklaşırken onlara bi pasta yapiim istedimdi. Tatilde pc başında kaybettikleri enerjilerini toplasınlar da derslerine konsantre olsunlar istedimdi. Analarının onları düşündüğünü bilsinler istedimdi. Nerden bilirdim başıma gelecekleri?

Bu istek ve azimle geçtim pc başına hangi pastayı yapiim diye araştırmaya başladım. Eskiden bu kadar tarif bu kadar çeşit yoktu anacım. Aynı pastayı isimlerini değiştirp değiştirip yayınlamışlar. Araştırmalarımın üzerinden dakikalar geçtiğinde bir arpa boyu yol alamadığımı farkettim.
Sanal alemin henüz evlerimize girmediği dönemlerde öyle miydi ya! O zamanlar kitaplardan bakılırdı tariflere. Zaten beher evde sadece bir yemek kitabı olduğundan ve o kitapta da biri yazlık çilekli, diğeri kışlık portakallı ve bir diğeri mevsimlik çikolatalı pasta tarifi bulunduğundan anne kalkar mevsime uygun pastayı yapar rahatlardı. Peki şimdi öyle mi? Ara ara dur. Onu mu yapsam şunu mu yapsam diye didin didin dur. Neyse konumuza dönecek olursak;

Aramaktan yorulunca epeydir yapmak istediğim bi tarifi aldım gündemime. Baktım ki en önemli malzeme yok evde eledim tarifi. Sonra başka bir tarifi denemeye karar verdim fakat onun için de başka bir malzeme eksikti gene vazgeçtim. Sonra bir başka tarif ve eksiği, sonra….. Baktım alengirli pasta yapmak için doğru bi zamanda değilim ben de uzun zamandır yapmadığım ve aslında çocukların da çok sevdiği köstebek pasta yapabileceğimi düşündüm. Ama bi anda evde muz olmadığını hatırladım ve,
“Amaannn muzla köstebek ne alaka zaten ya? Muzsuz olsun bu seferki nolur ki sanki” diye düşünüp yola çıkmaya karar verdim. Muzun dışında gerekli tüm malzemeler evde hazırdı. Evet hazırdı ve ben bundan adım kadar emindim.

Sevinç içinde kolları sıvayıp mutfağa geçtim :)) Yumurtaları şekerle çırptım. Yağı sütü unu ve diğer malzemeleri ekledim. İyiiice karıştırdım sıra geldi kakao eklemeye. Kakao kavanozunu elime aldığımda ilk şoku geçirdim. Şimdi ilk diyorum ama o zaman bunun ilk ama tek olmayacağını nasıl bilebilirdim?

Kakao kavanozu boştu hatta bomboştu. Hani ilaç için desen yoktu. Eee napıcam ben şimdi kakaosuz köstebek pasta olmaz ki? Çalıştır saksıyı Eflatun?

“Evreka ! yani buldum ! Ben de çikolatalı toz puding koyarım hamura, süper olur. Ha belki en fazla biraz şekerli olur ama pasta dediğinde şekerli olmaz mı zaten” türevi gazlarla yoluma devam kararı aldım.

Kakolu pasta hamurunu başarıyla çırptım. Şimdi derin bir kalıp kullanayım ki köstebeğimiz tombik tombik ve bol kremalı olsun. Aradığım derinlikte bir kalıp bulamayınca kullanmaktan pek de hazzetmediğim kelepçeli kalıba yöneldim. Daha önce kelepçeli kalıbın altına yağlı kağıt sararaktan bir pasta keki hazırlamışlığım vardı ve başarılı bi uygulama olduydu. Aynı yöntemi kullanmak üzere hazırladığım kalıba kek hamurunu boşaltıverdim.

Amanıınn! Hesapta olmayan ikinci şoku da işte bu ünlemle o an yaşadım. Kek hamuru kalıbın altından gözlerimin önünde firar etmekteydi. Hemen vakit kaybetmeden hamuru tekrar çırptığım kaba boşalttım. Kelepçeli kalıplarda, kalıbı ters yerleştirme gibi muazzam istikrarlı bir huyum vardır. “Gene ters yerleştirdim zaar” diye düşünüp, yağlı kağıdı yenileyip, kalıbı tam tersi çevirip, dualar eşliğinde tekrar hamuru boşalttım. Durum aynı!!!

“Ppffff ! Saatt 23’ü geçiyo ve benim uğraştığım şeye bak! Kim dürttü beni acaba bu saatte kalk da pasta yap diye bilmem ki? Neyse sakin olup başka bir kalıp kullanmalıyım. Çocuklarım için bunu başarmalıyım. Pes etmek yok zira pasta bekliyolar yavrucaklar”

Hani şu gelir düzeyi düşük ya da yüksek farketmeksizin her evde bulunan, çocuk hediyesi, ev hediyesi, sünnet hediyesi, diş çıkarma hediyesi, mezuniyet hediyesi, düğün hediyesi, teskere hediyesi, doğum günü hediyesi, öğretmenler günü, babalar günü, analar günü, danalar günü hediyesi vs. gibi her türlü kılığa girebilen mucizevi mutfak gereci borcam var ya onda pişirmeye karar verdim. Bir kez daha boşalttım hamuru kalıba ve nihayet fırınla kek hamurunun gözlerimi yaşartan vuslatı gerçekleşti :))

Ohh nihayet sıra geldi kremaya. Sütü, şekeri, unu bi güzel karıştırdım ocağa aldım, o pişeyazarken ben de margarini hazır edeyim diye dolaba geçtim. Aradım taradım ıı ııhh yok. Eyvah evde margarin yok. Buyrun 3 nolu şoka !

Hadi kakao mevzusunu tatlıya bağladım da yağ eksikliğini nasıl gidericem. Kremaya da sıvıyağ konulmaz ki ! Bir kez daha saksıyı çalıştırma zamanıdır Eflatun bu sorunu da çözebilirsin biliyorum. Bulursun sen bi şeyler ha gayret! Kendime verdiğim bu gazlar da olmasa :))

Hımmmm ! evet buldum ! Krem şanti koyarım yağ yerine, harika olur. Hem zaten çoğu pasta kremasında kullanılıyo şanti.

Hemen koştum çekmeceye evirdim çevirdim, kaldırdım indirdim tam 4 nolu şok beynime doğru ilerlerken şantiyi arkalarda bi yerlerde gördüm. Derin bir ohh çekerek yolundan geri çevirdiğim şokla bi daha karşılaşmamak umuduyla kremayla şantiyi buluşturdum. Bingo ! Kıvam süper.

Kek hazır krema hazır. Sıra geldi bu ikisini buluşturmaya. Şaşılacak derecede kolay geçti bu aşama. Hiç bi şokla karşılaşmadan pasta hazırlama maceramın üçüncü aşamasını başarıyla noktaladım. Gözümden akmaya hazırlanan bi damla yaşı kafamı yukarı kaldırıp gözlerimi kırpıştıraraktan gerisin geri yolladım. Evet pastam hazırdı. Artık gönül rahatlığıyla dolaba yerleştirip yatabilirdim.

Ertesi gün;

Yola köstebek pasta olmak üzere çıkan ama bittiğinde ne idüğü belirsiz bir pasta olarak dolapta yerini alan pastamı servis yaptım çocuklara. Birinci lokmanın ardından gelen “hımmm mmmmm” sesleri tüm yorgunluğumu silmeye yetti :))



4 Şubat 2012 Cumartesi

bizim evin halleri

Bugünüm az biraz gergin geçti. Sebebi Şubat ayının başında, üstelikte karlar hala yerden kalkmamışken bahar aylarını aratmayacak güzellikte açan güneşti.


Günlerdir kasvetli giden havanın böyle şahane açıldığını gören ben ortaya atladım hemen. “ Hadi kalkın “ dedim çoluk çombalağa ” Kalkın gidelim dışarılara kırlara ovalara börtüye böcüğe ”
Tabi benim bu coşkulu talebim evin diğer bireyleri tarafından aynı coşkuyla karşılanmadı. Her zaman ki gibi çocuklar ayrı telden çalmaya başlayınca duruma el koymam gerekti. “ Bakın dedim her zaman aynı şeyleri yaşamaktan bıktım. Çabuk karar verin bizimle misiniz değil misiniz ( Bu aralar şu moda programını izlemeye ara vermeliyim galiba)

Çocuklar " değiliz " kararında birleşince;

“ Gelmezseniz gelmeyin ben de eşimle çıkarım dışarı ” dedim. Aynı anda eşime dönerek “ diy mi ” diye sordum :))

O ise, önce berbere gitmesi gerektiğini ama dönüşte dışarı çıkabileceğimizi söyledi. Berber demek en az bir saat, en fazla 2 saat demekti ve zaten saat ikiyi geçiyordu. Yani bu durumda biz hava kararmaya başladığında ancak çıkacaktık dışarı. Hemencecik kafamda yaptığım hesaplama ile bu sonuca varmıştım ve bu sonuç beni hiç memnun etmemişti. Bir kez daha duruma el koymalıydım ve;

“ Hayır! Ya şimdi çıkarız ya hiçbir zaman ! Eğer sen de gelmiyorsan ben tek başıma çıkarım ! dedim.

Ben böyle bol keseden atarken sandımdı ki eşim " aman Eflatun etme eyleme. Ben ettim sen etme. Nasıl böyle gafillik ettim de seni incittim üzdüm. Nolur beni affettiğini söyle ve sonra gitmek istediğin yerleri listele hepsine gidelim:))) Hem bugün bitmezse yarın da çıkarız ha olmaz mı " diycek.

Peki o ne dedi?

“Sen bilirsin!”

Ben mi bilirim???

Bi anda af buyurun merkepten düşmüşe döndüm :))) Benim restime karşı rest ha! İlk şaşkınlığı üzerimden atar atmaz “ heee dedim sen misin beni böyle apıştırıp berbere giden ! yok öyle yağma " :))

Hemen koştum pencereye, avazım çıktığı kadar bağırdım ardından “ hey bana baksana sen! Sen ne sanıyosun kendini he. Ben istediğim zaman istediğim yere tek başıma elbette ki gidebilirim, sana da hiiiçç ihtiyacım yok taam mı. Gelmezsen gelme zaten kabahat senle muhatap olanda! Sen bilirsinmiş peehh! Tabii ki ben bilirim !

Ama o beni duymadı tabi çünkü tüm bunları içimden bağırdım :)) Offf çok pis sinirlenmiştim :)) Hani kadınlar canları sıkıldığında kendilerini kuaföre atıp saçıyla başıyla oynayıp dağıtırlar ya kafalarını. İşte şu anda ihtiyacım olan şey bu idi. Bi farkla! Ben saçıyla oynanan değil, saçıyla oynayan kişi olmak istiyodum. Ama tren kaçmıtı bi kere. Benim evire çevire oynamak istediğim saçlara şu an yaban berber elleri dokunmakta idi:)))

O zaman başka bi yol bulmam gerkiyodu, buldum. Bu gerginliği ancak bi şeyleri temizleyerek atabilirdim. Tabii ya eğer kışın ortasında hava günlük güneşlikse ve ben gezmeye gidemiyosam mutfağı ovar, camları silerdim :))

Bi hışımla mutfağa daldım toparladım, yıkadım yerleştirdim. Baktım güneş gidiyo o hızla camlara giriştim tül perdeleri indirdim makineye attım sildim kuruladım parlattım derken; bir saat kadar sonra eve geldi beyfendi ;

“ Hadi Eflatun ben hazırım çıkalım “

“ Dalga geçiyo zaar, ama senle dalga geçmek neymiş göster ona Eflatun “ Bu konuşan iç sesimdi. Ama zavallı iç ses nerden bilsindi sil parlat derken bende hal, mecal kalmadığını.

“ Ama ben hazır değilim daha silmem gereken 3 cam ve ovmam gereken bi banyo var ”

“ Yahu sen değilmiydin az önce dışarı çıkalım diye tutturan , ne demeye tezgahı serdin şimdi “ ( ba ba ba az önceymiş, tutturanmış )

“ Evet ama ben çıkalım dediğimde bahardı şu ara mevsim kışa döndü. Bundan ötürü şimdi de çıkmayalım diyorum. Nooldu zoruna mı gitti :)))))))

" Yooo, sen bilirsin! "

Ben mi bilirim??!!!

Ayyh bu er kişi milleti delirtir insanı ! Hiç uğraşamicam senle, zati yorgunum..

Neyyyssee, haftalardır hava muhalefeti yüzünden silmeyi hep ertelediğim camlarım temizlendi bu sayede. Tül perde aklandı paklandı, mutfak kabaca da olsa elden geçti misss oldu. Aslında olaya objektif olarak baktığımda ona teşekkür etmeliyim ama hiç niyetim yok. Herşeyi bilmek zorunda değil diy mi ;)


4 Ocak 2012 Çarşamba

Eşler arası alış-veriş diyalogları


Bazı kadınlar vardır, her gördüğüne heves edip, eşlerini zıvanadan çıkarırlar. Adamceğiz çoluk-çocuğunun rızkı için mi çalışsın, şıpsevdi eşinin sürekli çıkardığı masraflara mı yetişsin bilemez. Ve bu bilememezlik ona zaman ve mekan tanımadan, elin günün içinde dahi kendisini kaybettirebilir..

-Hiiiii!! Ezaettin şuna baaakk!

Ezaettin şaşkınlıkla hemen bir adım arkasından gelen eşinin hangi ara market camına yapıştığına şaşarak sorar;

-Hı? Ne? Neymiş o? Sen ne arıyosun orda Cefanur?

-Blendır Ezaettin, hem de allı güllü.

-Blendır mı? iyi de bizde blendır vardı diye hatırlıyorum.

-Ayy dün ben bu blendırın aynısını Nispet hanımda gördüydüm. Nası da kasıla kasıla kremayı çırpıyodu, bilsen. Bak görüyo musun artık nasıl içimde kaldıysa ertesi gün karşıma çıktı..Hem de onun aldığı fiyatın yarı fiyatına. Yaşasın.

-Yav Cefanur çırptırttırma kendini bana yol ortasında. Bırak şunu gel, geç kalıyoruz.

-Ama Ezaettin, bi yakından baksaydık, sen de gör nası kullanışlı bişey olduğunu.

-Düş önüme diyorum sana Cefanur. Sanki blendırı yok evde. Bi de kullansa gam yemiycem. Aldığını atıyosun mutfağın bi köşesine.

-Evet ama böyle allı güllü diil ki bizdeki. Ha Ezaettin bi bakalım mı? Aaa bak, hem de çift bıçaklıymış. Ne hoşş diy mi?

-Çift bıçaklıymış? Teklinin hakkından geldin de çiftlisi kaldı diy mi? Herkes bize bakıyor Cefanur. Dellendirme beni diyorum sana!

-Of Ezaettin offf. Hiç anlamıyosun beni!



Kimi kadın da vardır, daha uyanık davranarak direkt olarak söylemez isteğini kocasına. Dolaylı yoldan yolmaya çalışır. Ama karısını artık yakınen tanıyan koca, yutmaz bu zokayı.


-Dedesiii! Bak yavruma nası sevindi dışarı çıktığına.

-Hııı görüyorum. Da park ters tarafta değil miydi Tilkinaz.

-Ayy hergün park hergün park biraz da farklı yerler görsün yavrum. Diy mi kızım hı (çocuk henüz 5 aylıktır bu arada)

-E iyi de havada soğuk gibi sanki bugün. Üşütmeyelim yavrucağı.

-Yok dedesi üşümez benim yavrum. Hıh bak şu markete girelim hem üşümez hem de değişik bi yer görmüş olur.

-Market mi? Ne marketi Tilkinaz, ne görücek çocuk markette.

-Öyle deme dedesi? Geçen bu marketin kataloğuna bakıyodum , bir de ne göreyim.

-Ne göresin?

-Ayol açmış gözlerini bıdıl bıdıl blendır resimlerine nası bakıyo.

-Çocuk?

-Heee.. Ben de inanamadım ama essahtan bakıyodu.. Adam olacak çocuk derler ya belli ki bizim kız ilerde mutfak işlerine düşkün olacak dedesi.. Bi de yakından görsün bakalım tepkisi nolacak, merak ediyorum.. Oyyy yavruuum, büyüyünce bize mamalar yapacakmış kızım, dedesi bak şunun tatlılığına.

-Tilkinaz o daha bir bebek. Renkler ilgisini çekmiştir ona bakmıştır. Yoksa ne anlar o blendırdan. Töbe töbee.

-Öyle deme dedesi, niye anlamasın. Bak ben ölürüm sen kalırsan bizim hanım dediydi dersin. Anlar benim yavrum.

-Anlaşıldı Tilkinaz anlaşıldı.. O blendırın kimin ilgisini çektiğini ben çok iyi biliyorum. Ama ben blendır mlendır alamam bilesin.

-Ay senden blendır isteyen mi oldu şimdi yaa? Ben ne diyorum sen ne diyosun?

-Kirli planlarına şu çocuğu da alet ettin ya Tilkinaz tebrik ediyorum seni. Blendıra bakıyomuş çocuk töbe tööbee..İliğimi kemiğimi kuruttun Tilkinaz. İliğimi kemiğimi kuruttun..

Bazısı da vardır, aralıksız konuşarak abandone eder eşini, ve ölümü gösterip sıtmaya razı etme tekniğini kullanır aynı zamanda. genellikle de başarılı olur..

-Erooool çay istiyo musuunn?

-İyi olur Mualla.

-Al! Çayın yanına muhallebili tatlı yapacaktım. Blendır olmadığı için üşendim.

-Ne blendırı Mualla. Robot var ya bizde. Hep onunla yapardın.

-Evet var Erol var! Hiç soruyo musun bana robottan memnun musun diye? Ben söyliimm şekerim ,hiç diilim. Robota boşalt, çek, tekrar servis kabına boşalt, canım çıkıyo.. Blendır alıcam Erol! Yukardaki züccaciyede dün gördüm bi tane 100 lira. Ama aynısı yarın markete geliyomuş 75 liraya. Bu fırsat kaçmaz Erol, yarın gidip alıp geliyosun tamam? Yoksa züccaciyeci yer bizim yiyemediğimiz 25 lirayı. Sen bilirsin!

-Yaa demek öyle. Yok canım bu zamanda o 25 lirayı kazanmak kolay mı Mualla. Marketten alırız tabii.

-Yani. Ben de öyle diyorum. Bi çay daha alır mısın?

2 Ocak 2012 Pazartesi

YÜZLEŞME


Hayvanları çok severim, ama bir o kadar da korkarım. Öyle böyle değil ciddi ciddi ödüm kopar. Ve çok gıpta ederim hayvanlarla hiç korkmadan ilgilenip onlarla oynayan insanlara..


Yıllaaar yıllar önce apartmanımızın ( apartmanımız dedimse şahsımıza ait değildi canım kiracıydık :) ) alt katında bir ayakkabıcı dükkanı vardı. Öyle sıradan bir ayakkabıcı değildi, kendisi yapardı ayakkabıları. Ara ara misafiri olurdum o gıcır gıcır ayakkabıları nasıl yaptığını izleyebilmek için.

Birgün gene ziyaret ettiğimde ayakkabıcı amcayı dükkanında ilk defa gördüğüm ve anında vurulduğum Kaniş cinsi köpeğiyle birlikteydi. O kadar sevimliydi ki  köpecik huyunu suyunu bilmeden, öğrenmeden sevmek için elimi kafasına uzattığımda ısırmaya yeltendi hayasız ve sanırım inceden de bi ısırık aldıydı :))

Nasıl korktuğumu anlatamam, hemen uzaklaştım ordan ağlayarak. Uzaklaştım ama beynimi bir kurt gibi kemiren düşünceleri uzaklaştıramadım kafamdan .

 “ Tamam canım acımadı ama ya köpek kuduzsa? Öyle ya kuduz değilse niye ısırmaya kalktı ki beni?  Peki ya ben de kudurursam??? "

Ahhh !! Zavallı ebeveynlerim !! Acaba bu yaşa kadar besleyip büyüttükleri yavrucaklarının köpükler içinde kuduracağı akıllarından geçmiş miydi ?
İlerde " kaç çocuğunuz var " sorusuna " 4 taneydi ama biri kudurdu, o sayılmaz" diye cevap vereceklerini kim bilebilirdi?
Nasıl da kahrolacaklardı kimbilir ve kaç günlerce gözyaşı dökeceklerdi kuduran yavrucakları için :))))

Böyle düşüncelerle kaç kere ağlayıp zırlayarak ayakkabıcı amcaya sordum bilmiyorum “amca köpek gerçekten kuduz değildi dimi ” diye. Zavallı ayakkabıcı amca, hem benim kudurmaktan korkan o perişan halime üzülüp :)) bir taraftan da bıyık altından gülerek ne diller döktüydü bana. Üstelik güvence de verdiydi kudurmayacağıma dair ama ben inanmadımdı :))

Zaman içinde, kudurukluğumun önceden olduğu gibi sadece haylazlıktan kaynaklandığını farkedince nası ferahladımdı, ne ben anlatabilirim ne siz anlayabilirsiniz :)
O gün bugündür çok korkarım köpeklerden..



Bir arkadaşım vardı kedilere bayılırdı, kediler de O'na. Eline alıp evire çevire, mıncıklaya mıncıklaya severdi. Ben de heves ederdim onun gibi sevmeye, ama bırakın sevmeyi yanlarına yanaşamazdım..

Bir gün beni evlerinin bodrumuna götürdü ve henüz birkaç günlük olan kedi yavrularını gösterdi. Çok sevimlilerdi gözleri bile açılmamıştı henüz kediciklerin.

Arkadaşım eline aldı birini biraz sevdi, hoplattı zıplattı, öptü, göğsüne bastırdı sıkı sıkı ve bana uzattı “ al Eflatun sen de sev bak çok sevimliler ” diye. Korka korka uzattım elimi, arkadaşımın avucuma bıraktığı kediye.
Ve elime değer değmez de onu fırlatmamak için bir çığlık attığımı hatırlıyorum. Elim kediyle temas ettiği anda onun titreyen vücudunu ve kemiklerini hissetmek çok ürkütmüştü beni.
O gün bugündür kedileri elleyemem..

                                   &&&&&


Onunla ilk komşumuzun bahçesinde karşılaşmıştım. Bahçenin demir kapısını açıp içeri girdiğimde beni bekleyen sürprizden haberim yoktu. Kapının sesini duyan O, koşa koşa görüş alanıma girmişti. Göz ucuyla şöyle bir bakıp içimden “amanıınn ne sevimli bi şey” diye geçirerek evin kapısına doğru yöneldim. Oysa ne kadar sevimsiz olduğunu az sonra gösterecekti bana.

Meramımı iletmek üzere komşu teyzenin kapı zilini çaldım ve kapının açılmasını beklemeye başladım. O ara bi tedirginlik hissettim kendimde. “ Bir insan zili çaldı diye niye tedirgin olur ki yahu ” diyen iç sesim, bir anda bastı çığlığı  “ Arkana bak Eflatun !!. ”

Korkuyla arkamı döndüğümde O'nunla gözgöze geldim. O ise saldırmak üzere hazırlığını tamamlamıştı ve benim kaçacak yerim yoktu. Üstelik kapı da açılmamıştı. Sanki o anı tekrardan yaşıyor gibiyim şu anda, ne dehşet !!

Ben “ nasıl kaçıp bu yaratıktan kurtulabilirim ” diye kaçış planları koyup kotarırken, düşüncelerimi okumuş olmalı ki  acayip bir ses çıkararak atladı yüzüme. Üzerime değil efendim basbayağı yüzüme atladı canavar. Ben de ani bir refleks ve çığlıkla beraber havadaki bu plastik topumsu, rengarenk, paçalı horoza bir tokat patlataraktan bahçenin öte tarafına savurdum. Ve hemen o mahalden kaçıp canımı zor kurtardım :)) Evet küçücük minicik bir horozdan kaçtım ben !.

İnanır mısınız bilmem ama, ki inansanız iyi olur,  ben evden uzaklaşıncaya kadar kovaladı beni :)) Kendisini bekçi köpeği sanıyordu zaar. Allah’tan kimse yoktu ortalıklarda da gören olmadı el kadar horozun beni önüne katıp kovalamasını. En azından rezil olmaktan kutulmuştum. Gerçi o anda rezillik falan düşünecek durumda değildim. Ben canımın derdindeydim :)
O gün bugündür gördüğüm tüm tavuklar ve horozlar benden, ben de onlardan kaçtım..


Ha bu arada ben ilk vukuatı değilmişim paçalının. Çevreden gelen yoğun şikayetlerin ardından bunalan evsahipleri kendisini horoz yahnisi yapmakta gecikmemişlerdi. Haberi aldığımda üzüldüm dersem inanır mısınız ? Hayır tabii ki üzülmedim. Pis psikopat horoz. Layığını buldu :)

Geçenlerde bir gün mini mini bir muhabbet kuşu, korkudan aklımı başımdan alınca, bu korkumun nedenlerini araştırmak üzere, çocukluğuma inmeye karar verdim. Ve bu hatıralar çıktı ortaya..

Merak edene not: Zoofobik değilim efendim.Rahat olun:))

14 Aralık 2011 Çarşamba

martı

Kadıköy - Eminönü hattı deyince aklınıza ne geliyor? Vapur mu? Peki vapur deyince, deniz. Deniz deyince, balık. Balık deyince, ekmek arası. Öfff ne alakası var yaa. Tamam ekmek arası balık süper oluyo o ayrı. Ama doğru cevap martı olmalıydı.
Tabi aç karnına çağrıştırmaca yapınca haliyle çağrışımlarda da yamukluk olabiliyo. Amaaann olsun varsın. Neticede sadede geldik, hoş geldik..


Martı deyince benim aklıma ilk gelense kardeşimin doğumu oluyor. Şimdi diyeceksiniz ki martı ile kardeş ne alaka? Sabırlı olun efendim anlatıyoruz heralde diy mi:))

Hani eve yeni bir bebek geldiğinde evin en küçüğü, işgüzar komşu teyzeler tarafından kudurtulur ya, hah işte bizde de adet bozulmadı çok şükür. Alt kat komşumuz işini gücünü bırakıp, koştura koştura gelerek ve altın dişlerini göstererekten bombayı patlattı. ”Eflatuun, eve yeni bebek geldi, senin papucun dama atıldı artık biliyo musuuun?”

Yoo, hayır bilmiyodum. Nası yani, bu yer cücesi hem benim tahtımı elimden almış hem de pabucumu dama mı attırmıştı. Kendisi atmış olamazdı zira daha kafasını tutamıyodu nerde kaldı dama papuç atmak. Hımm bunu onun yanına bırakmamalıydım ama daha önce papucumu damdan almalıydım..
Akıllı bir velet olarak ilk önce papuçlarımı kontrol ettim, hangisini attılar dama diye. Hangisi diyorum ama o yıllarda hiçbir insan evladının bir çiftten fazla papucu yoktu ki benim olsundu. Zaten bir çift papucum vardı o da kapı önündeydi, kırmızı terliklerim de öyle. Eeeee o zaman ne damı, ne papucu, ne demek istemişti altın dişli teyze???

Bir anlam verememiştim ama gene de içime düşen kurdu, düştüğü yerden çıkarmak için dama bakmaya gitmiştim. Biz binamızın çatı katında oturuyorduk ve kocaman bir terasımız vardı. Terasa çıkınca da evin çatısını görürdük haliyle. Parmaklarımın üstünde yükselip uzun uzun baktığımı hatırlıyorum. Boyumun yettiğince görebildiğim kısımda papuç falan yoktu. Yoksa, yoksa martılar? Hayır hayır bunu aklıma bile getirmek istemiyordum..

Annem bayatlamış ekmekleri ıslatıp çatıya atar, dakikalar sonra martıların yemek savaşı da başlardı çığlıklar eşliğinde. Biz de keyifle izlerdik bu savaşı. Acaba diyordum, benim haberim olmadan bana yeni bir çift papuç alınmış, bu yer cücesi geldi diye dama atılmış, sonra martılar da pabucumu ekmek sanıp yemiş olabilirler miydi?  Ne zeka ama, gurur duyuyorum o yaştaki mantığımla. El netice; bir zaman kafamı meşgul edip ara ara çatıyı kontrol etmeme neden olduysa da bu durum, unutmam uzun sürmedi..

Bir de martı deyince aklıma ilkokul öğretmenim gelir. Severdim ben öğretmenimi, ama o beni sever miydi bilemem. Nerden bilicem hiç sormadım ki. Soramazdım da çünkü ödümüz kopardı öğretmenimizden.
İlkokulu bitirip ortaokula başladığımda birgün öğretmenimi çok özlediğimi farkettim, ve sınıfında ziyarete gittim kendisini. O ziyaret sırasında sevimli mi sevimli, tatlı mı tatlı, şımarık mı şımarık, canavar mı canavar bir Martı ile tanıştık. Martı, öğretmenimin yeni öğrencilerinden biriydi. Bir insan evladı, kızının adını ne demeye Martı koyardı arkadaş, o zaman da  anlamadıydım, hala da anlamam:))

Neyse, biz öğretmenimizin tuttuğu tebeşiri bile elimize almaya korkarken, bu velet öğetmenime sarılıyo, öpüyo, yanında cır cır konuşuyo, bizim öğretmen kızmak şöyle dursun "öte get" bile demiyo :))
Bir değil, iki değil defalarca şahit oldum bu duruma.  E ben de nihayetinde etten kemikten bir insandım, dayanamazdım, çatlardım hasedimden. İşte o anlarda Martı'yı pataklamak gelirdi içimden. Ama yapmazdım. Yapamazdım, çünkü öğretmenimiz sınıfta olurdu:))
Bi de severdim ben bu veledi bi taraftan yaa, valla. Akça pakça, kıpır kıpır bir kızdı.

Bi gün Martı eşyalarını toplarken bi şey çekti dikkatimi. Dönemin fenomeni 0,7 kalemini kalemkutusuna koyarken, çaatt diye ucunu kırdı önce ve koydu kalemkutusuna. Sonra yazmadığı bi ödevini farketti kalemini çıkardı, üstüne tık tık basarak ucunu çıkardı, yazdı ve tekrar çattt...

Bu durum karşısında sessiz kalamazdım. Hemen koştum Martı'ya, sevgi dolu bakışlarımla  gözünün bebeğine bebeğine bakarak kalemin ucunu içeriye nasıl ittireceğini :)) öğrettim.

Ufaklığın gözleri tıpkı Japon çizgi filmlerindeki kızlar gibi kocaman açıldı. Hayretler içinde kalakalmıştı. "Nası yani, nası yapabildin bunu" diye soran gözlerle bakıyordu.Yaptığım bu minicik hareketle bi anda onun kahramanı oluvermiştim. Adeta idolü olmuştum Martı'nın. Gözlerindeki o kıpraşan pırıltıları görebiliyordum. O an aramızda sevgi pıtırcıkları pırtlayıvermişti. Bir kez daha gurur duymuştum kendimle. Ki;

Acı acı çalan teneffüs ziliyle geldim kendime. Yeterdi bu kadar kahramanlık, hemen koşup derse girmeliydim. Mağdur kişiyi mağduriyetinden kurtardıktan hemen sonra, onun minnet dolu bakışlarına aldırış etmeden, arkasını dönüp koşarak o mahalden uzaklaşan kahramanlar gibi sessizce savruldum sınıftan. ( ama ne cümle kurarmışım :))

Acaba Martı yıllaarr yıllar önce kendisine çok önemli bir hayat dersi veren bu ablasını hatırlıyo mudur? Hiç sanmıyorum. Ben niye hatırlıyorum onu da bilmiyorum..

Sözün özü şu ki; efendim biz geçenlerde Kadıköy - Eminönü vapur hattını kullanaraktan karşıya geçtik. Hayır bunu ilk defa yapmadık tabii. İlk olan, doğuştan İstanbullu bir Eflatun olarak paraya kıyıp bir simit almak ve onu martılara atmaktı. Eğlenceli, biraz da ürkütücü bir aktivite idi. Zira bir ara yüzümüze doğru pike yapan martılardan ödümüz koptu. Simitleri kapma yarışında attıkları çığlıklarsa beni yukarda yazdıklarıma götürdü. Öyle işte..